Hak Sahipliği Veraset Ilamı Nasıl Alınır ?

Selen

New member
Hak Sahipliği ve Veraset İlamı Üzerine Gerçekçi Bir Bakış

Kısa süre önce bir yakınımın vefatıyla birlikte, hepimizin bir gün karşılaşabileceği bir süreçle yüzleştim: veraset ilamı almak. İlk bakışta sıradan bir resmi işlem gibi görünse de, içine girildiğinde bürokratik katmanları, duygusal ağırlığı ve toplumsal cinsiyet rollerinin bu süreçteki etkilerini fark etmek insanı düşündürüyor. Özellikle “hak sahipliği” meselesi, yalnızca mirasın bölüşümü değil, adalet, eşitlik ve empati kavramlarının da sınandığı bir alan.

Veraset İlamı Nedir ve Neden Gereklidir?

Veraset ilamı, bir kişinin ölümünden sonra, geride bıraktığı malvarlığının kimlere ait olduğunu gösteren resmî bir belgedir. Türk Medeni Kanunu’nun 598. maddesi uyarınca, bu belgeyle mirasçılar tespit edilir ve miras payları belirlenir. Sulh hukuk mahkemeleri veya noterler tarafından düzenlenir. 2011’de yapılan yasal değişiklikle birlikte, noterlerin de veraset ilamı düzenleyebilmesi bürokrasiyi azaltmak amacıyla getirilmişti. Ancak uygulamada hâlâ karmaşık bir tablo söz konusu.

Birçok kişi bu işlemin “otomatik” yürüdüğünü zannediyor. Oysa kimlik, nüfus kayıt örnekleri, ölüm belgesi, varsa vasiyetname, hatta bazen soy bağıyla ilgili belgeler bile talep edilebiliyor. Özellikle kırsal bölgelerde hâlâ erkeklerin miras hakkını öncelikli gören sosyal normlar nedeniyle, kadınlar bu süreçte hem psikolojik hem de pratik engellerle karşılaşabiliyor.

Eleştirel Bir Perspektiften: Hukukun Uygulamadaki Yüzü

Kağıt üzerinde, Türkiye’de kadın ve erkek mirasçılar eşit haklara sahiptir. Ancak sahadaki gerçek farklı. Kadınların özellikle taşınmaz mallar üzerindeki haklarını fiilen kullanabilmesi çoğu zaman toplumsal baskılara takılıyor. 2022’de Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün yayımladığı bir rapora göre, kadınların yaklaşık %35’i, miras payını almak yerine “aile düzeni bozulmasın” düşüncesiyle payından feragat ediyor. Bu, yalnızca bireysel bir karar değil; sosyal yapı tarafından desteklenen bir davranış biçimi.

Buna karşın, erkeklerin bu süreçteki yaklaşımı genellikle stratejik ve çözüm odaklı. Belgeleri hızla toplamak, noter sürecini organize etmek, hukuki danışmanlık almak gibi adımlar öncelikli hale geliyor. Ancak bu durum empati eksikliğinden değil, sistemin “pragmatik” işleyişine uyum sağlama zorunluluğundan kaynaklanıyor. Kadınlar ise çoğunlukla sürecin “ilişkisel boyutuna” odaklanıyor: Aile içi dengeler, kardeşlik bağları, hatıralar ve duygusal değerler ön plana çıkıyor.

Bu iki yaklaşımın dengelenmesi, hem adil hem de insani bir çözüm için kritik. Yani bir tarafın stratejik planlaması, diğer tarafın duygusal duyarlılığıyla birleştiğinde, süreç daha sağlıklı ilerliyor.

Noter ve Mahkeme Arasındaki Farklar: Bürokratik Gerçekler

Uygulamada iki temel yol var: Noter veya Sulh Hukuk Mahkemesi.

- Noter üzerinden işlem yapmak genellikle daha hızlıdır; birkaç gün içinde sonuçlanabilir.

- Ancak, yabancı unsurların (örneğin yurtdışında mirasçı olması) ya da soybağında karmaşık durumların bulunduğu hallerde, noter yetkisiz kalabilir ve süreç doğrudan mahkemeye taşınır.

Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2023 yılında veraset ilamı taleplerinin yaklaşık %40’ı hâlâ mahkeme üzerinden yapıldı. Bunun nedeni genellikle noterlerin yetki alanı dışında kalan özel durumlar veya taraflar arasındaki anlaşmazlıklar.

Eleştirisel bir bakışla değerlendirildiğinde, sistemin “dijitalleşme” iddiasına rağmen hâlâ kâğıda ve imzaya bağımlı olması dikkat çekici. e-Devlet üzerinden bazı bilgilerin görüntülenebilmesi kolaylık sağlasa da, işlemin tamamı dijital ortamda yürütülemiyor. Bu, vatandaşın devlete olan güvenini ve işlemlerin hızına olan inancını zedeliyor.

Sosyokültürel Eşitsizlikler: Hak Sahipliği Kimin İçin Kolay?

Veraset ilamı sürecinde karşılaşılan bir diğer eleştiri noktası, sosyoekonomik farklılıkların adalete erişimi etkilemesi. Hukuk, kağıt üzerinde tarafsız olsa da, bilgiye erişim, eğitim düzeyi ve mali imkânlar sürecin seyrini belirliyor.

Örneğin, kırsal bölgelerde yaşayan veya hukuki terminolojiye yabancı bireyler, noter veya avukat desteği olmadan ilerlemekte zorlanıyor. Kadınların çoğu, özellikle yaşlı olanlar, belgeleri nasıl temin edeceğini dahi bilemiyor. Buna karşılık şehirli ve eğitimli mirasçılar, dijital sistemleri ve hukuki yolları daha etkin kullanabiliyor.

Bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: “Eşit hak, eşit erişim anlamına gelir mi?” Yasa herkes için aynı olsa da, fiiliyatta eşitliğin sağlanması için bilgi, farkındalık ve destek mekanizmalarının güçlendirilmesi şart.

Psikolojik ve Ahlaki Boyut: Mirasın Manevi Yükü

Veraset ilamı yalnızca bir belge değildir; kaybın ardından geriye kalanların ilişkisini şekillendiren bir dönemeçtir. Bu süreçte erkeklerin çoğu zaman “duyguları bastırarak ilerlemesi”, kadınların ise “duygusal bütünlüğü koruma çabası” aslında aynı ihtiyacın —kaybı anlamlandırma isteğinin— farklı tezahürleridir.

Psikologların gözlemlerine göre, miras paylaşımı süreçlerinde çatışmaların %60’ı “değer algısı” üzerinden çıkıyor. Yani mesele para değil, adalet duygusunun zedelenmesi. Bir kardeşin “ben daha çok ilgilendim” demesi, diğerinin “sen zaten iyi durumdasın” yanıtı; işte bu noktada hukukun soğuk diliyle duyguların sıcak dili çakışıyor.

Eleştirinin Özü: Sistem Kime Hizmet Ediyor?

Veraset ilamı almak, teoride adil bir sürecin başlangıcıdır; fakat pratikte bilgiyi bilenin avantajlı olduğu bir sistem doğurur. Bu, yalnızca hukuk değil; etik, toplumsal cinsiyet, sosyoekonomik yapı ve kültürel değerlerin kesiştiği bir alan.

Devletin vatandaşına sunduğu “eşit” hizmet, herkes için “ulaşılabilir” olmadıkça eşitlikten söz etmek güçtür. Dijital adalet sistemleri, kadın danışma merkezleri ve hukuki farkındalık kampanyaları bu boşluğu doldurabilir. Ancak bunların sürdürülebilir olması, yalnızca yasalarla değil, kültürel dönüşümle mümkündür.

Sonuç Yerine: Düşündürmesi Gereken Bir Gerçeklik

Veraset ilamı, bir miras paylaşım belgesi olmanın ötesinde, toplumun adalet anlayışının aynasıdır. Hukuki, sosyal ve insani yönleriyle ele alındığında, her bir başvuru bir adalet sınavıdır.

Peki sizce, bir belgenin üzerinde yazan “hak sahipliği” ibaresi gerçekten hakkaniyeti temsil ediyor mu?

Yoksa adalet, hâlâ insanın vicdanında mı şekilleniyor?

Bu soruların cevabı, yalnızca yasal metinlerde değil; toplumun eşitlik, saygı ve empati anlayışında gizli.